• https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji
eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698

64 ARZU BUCAK

ARKADAŞIM TİLKİYİ ELEŞTİREL PEDAGOJİ DERSİNDE BULMAK

Arzu Bucak*

Bir ders

Bir ders düşünün özgürlük üzerine özgürleşmek üzerine konuşulan. Bir ders düşünün size konumunuzu, mesleğinizi, insanı, eğitimi, dünyayı sorgulatan. Rekabetin olmadığı, dayanışmanın ön plana çıktığı, herkesin birbirinin öğrenmesine katkı sağladığı, kaynaklarını paylaştığı, çözümlediği, ilişkilendirdiği; ders saatleri ile sınırlandırılmayan, iletişimin ve paylaşmanın her an sürdürülebildiği, eşit konuşma fırsatı sunan diyaloğun merkeze alındığı bir ders. Adı Eleştirel Pedagoji bu dersin. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsünde öğretim üyesi Ayhan Ural tarafından yürütülüyor.  Şimdilerde eğitimle ilgili herkesin hakkında mutlaka bilgi sahibi olması gerektiğini düşündüğüm bu ders ile bir öğretmen olarak ben ancak Gazi Üniversitesi Eğitim Yönetimi doktora programında tanışabildim.

Her derste olduğu gibi bu derste de sorumluluklar var: “Okumak”, “düşünmek”, “seyretmek”, “anlamak”, “açıklamak” ve “eylemek”… Bu dersin de bir Hocası var, ancak tek bir öğreteni yok. Kaç kişi varsa o kadar öğrenen ve o kadar öğreten var. Bu derste de sorular var. Tek bir doğru cevabı olmayan sorular… Kaç kişi varsa o kadar farklı cevap ve o kadar farklı yorum var. Ve tüm cevaplar doğru, tüm yorumlar değerli.

Eleştirel pedagojinin önde gelen isimlerini okuyoruz bu derste. Okuyoruz, düşünüyoruz, anlamaya ve açıklamaya çalışıyoruz. Tartışmalarımızı derinleştirmek adına farklı kaynaklara da başvuruyoruz. Onlar üzerine de düşünüyor, çözümlüyor, öğrendiğimiz kavramlarla, okuduklarımızla ilişkilendiriyor ve paylaşıyoruz. Bu bazen bir şiir oluyor bazen de bir film.

Bir Film

Bir derste bulduğun bir filmi yine aynı ders sayesinde anlamlandırabilmek üzerine bir değerlendirme bu. Eleştirel Pedagoji dersi kapsamında hocamızın seyretmemizi ve üzerine konuşmamızı önermesine kadar ismini dahi duymadığım bir filmdi Fransız yönetmen Luc Jacquet’in 2007 yapımı filmi Arkadaşım Tilki (Le Renard Et L’enfant). Görsel olarak da çok etkileyici bulduğum yarı belgesel tadındaki bu filmin doğanın ve doğal olanın ahengini büyüleyici karelerle aktarırken, insanın ezilen ve ezen taraflarını henüz on yaşındaki bir kız çocuğu üzerinden seyirciye başarılı bir şekilde yansıtarak mesajını verdiğini düşünüyorum.

Film çocuğun ormanda bir tilki görmesi ile başlar. Çocuk tilkinin güzelliği karşısında adeta büyülenir. İzleyen günlerde tilkinin peşine düşer ve onunla arkadaş olmak ister. “Korkma” der ona “korkma!” Onu avlamaya çalışan insanlardan olmadığını ispatlamaya çalışırcasına. Bu uğurda başka hayvanlara zarar vermek de çocuğu hiç rahatsız etmez. Onun tek amacı tilkinin güvenini kazanmaktır. Kazanır da. Arkadaş olurlar. Tilki ile olan gezintileri sırasında hiç görmediği güzellikleri keşfeder. Tilki onu “çocukların gitmesinin yasak olduğu yerlere” götürür. Doğada gizli kalmış –insan eli değmemiş- muhteşem güzellikte yerler… Çocuk tilkiden doğayı dinlemeyi öğrenir. Hiç duymadığı sesleri duyar. Bunlar çocuk için yenidir.

Çocuk okumayı, yazmayı, sayı saymayı biliyordur. Bunları biliyordur belki ama doğayla bütünleşmeyi, doğanın bir parçası gibi hissetmeyi bilmiyordur. Belki ona bunları deneyimleme fırsatı hiç verilmemiştir. Belki de Freire’nin (1998) bankacı eğitim modeli olarak adlandırdığı, “dünyanın kapalı, durağan bir düzen, verili, tamamlanmış bir gerçeklik olarak sunulduğu” bir eğitim modelinin ezilenlerinden biridir sadece. “Üzerine bilgi yatırımı yapılan pasif bir varlık, boş bir kap”… Sonuç; özne olamayan bir çocuk.

Zamanla tilki ile olan arkadaşlığı çocuğa yetmez. Asıl isteği tilkiyi evcilleştirerek ona sahip olmaktır. Ne kadar bize ait ne kadar insanca bir sevgi biçimi! Önce tilkiye bir isim verir. Bir gün boynundaki eşarbı çıkarıp ucuna bir ip bağlar. Çocuk elleriyle yarattığı bu tutsaklık aracını geçirir tilkisinin boynuna ve dediklerini yapmasını bekler. Tilki tasmadan kurtulmaya çalıştığında ise sinirlenir çocuk. Sadece daha fazlasına sahip olmak istemiştir. Belki de ona öğretilen sahip olmanın mutluluk olduğudur.

Fromm (2003) sevmenin sahip olmaktan çok daha farklı bir şey olduğunu şöyle açıklar: “Sevmek, yaratıcı bir etkinliktir… Sevmek, sevilen insanı (ya da şeyi) canlandırmak, onun yaşam duygusunu arttırmak anlamına gelir… Eğer sevgi "sahip olmak" türünde ele alınacak olursa, kendinin kılmak, denetimi altında tutmak anlamlarına gelecek ve böylece de canlandırmak ve hareketlendirmek yerine, boğucu, engelleyici ve kısırlaştırıcı bir eylem haline dönüşecektir.” Peki, çocuk tilkinin özgürlüğünü elinden alarak, üzerinde tahakküm kurmaya çalışarak ne elde edebilir? Belki bu durum çocuğa kendisini daha ayrıcalıklı ve güçlü hissettirecektir. Belki de daha özgür. Özgürlüğü toplumsal bir ilişki olarak ele alan Bauman (2015), özgürlüğün kapitalizmle birleştirilen halinde içsel bir belirsizlik olduğundan bahseder. Buna göre bir tarafın baskılanması, kısıtlanması başka bir tarafı daha özgür kılmaktadır. Böyle bir toplumsal sistemde özgür olmak, “diğerlerini özgür bırakmama yetkisi ve kabiliyeti”dir. Çocuk da böyle bir toplumda eğitilmiştir ve ezen tarafa geçerek özgürleşemeyeceğini bilmiyordur. Ama okumayı, yazmayı, sayı saymayı biliyordur. Aldığı eğitim “özgürleşme aracı” olma işlevinden çok uzaktır ve onu sadece uyumlulaştırmıştır (Freire, 1998). Tilkiden kendisine daha fazla itaat etmesini beklemek, ona sahip olmak istemek, onun özgürlüğünü kısıtlamak onun için son derece doğal arzulardır. O aslında topluma ayak uyduruyordur. Belki de ona dayatılan topluma ayak uydurması gerektiğidir.

Tilki ise çocuğa uymayı reddeder. Karşı koymayı bilir.  Çocuğun evinde onun odasında yaşamak istemez. Ölümü göze olarak kaçar odadan. Çocuğun gözünde dışarısı tilki için daha tehlikelidir. O ev, o oda çok daha güvenlidir. Ancak tilki kendi doğasına uygun koşullarda kendi olabiliyordur. Bu yüzden o, güvende hissetmek adına evde hapsolmayı kabul ederek özgürlükten kaçmamıştır.

Bize dayatılanlarla, sahip olduklarımızla, doğru olduğuna ikna edildiğimiz düşüncelerle, kısıtlanan davranışlarımızla özgür olduğumuzu sanarak yaşarız. Çünkü bize öğretilen başka türlü bir özgürlüğün ütopik olduğudur. Kişinin kendini bulabildiği, kendi olabildiği bu başka türlü özgürlük ancak başka türlü bir eğitim ile mümkün olabilir. Şimdi kendime soruyorum Eleştirel Pedagoji dersinden önce seyretseydim Arkadaşım Tilki üzerine bu kadar düşünebilir miydim, bunları söyleyebilir miydim? Hiç sanmıyorum. Bu yüzden biz, olmak, özgürleşmek ve özgürleştirmek umuduyla -sizin de hep söylediğiniz gibi- okumaya, düşünmeye, seyretmeye, anlamaya, açıklamaya, eylemeye devam edelim Ayhan Hocam!

*Öğretmen. Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Doktora Öğrencisi.

Kaynaklar

Bauman, Z. (2015). Özgürlük. (K. Eren, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Freire, P. (1998). Ezilenlerin pedagojisi. (D. Hattatoğlu, Çev.). İstanbul: Ayrıntı.

Fromm, E. (2003). Sahip olmak ya da olmak. (A. Arıtan, Çev.). İstanbul: Arıtan Yayınevi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Yorumlar - Yorum Yaz