![]()
Kemal İnal
inalkemal@gmail.com
‘4+4+4’ün ötesine geçip düşünmek
11/09/2012 ‘4+4+4’ün
ötesine geçip düşünmek
Türkiye, Başbakanı, MEB’i, hükümeti, medyası, eğitim uzman
ve akademisyenleri; öğrencisi, öğretmeni ve velisiyle Şubat 2012’den bu yana
topyekûn eğitimi tartışıyor. Güç geçmiyor ki TV ve gazetelerde konuya dair
ahkâm kesen çocuk gelişimcisi, psikiyatrı, rehberlikçisi boy göstermesin. Buna
iyi, şükür, verimli diyenler var. Eğitimin değerini anladığımız iddia ediliyor.
Kimi uzmanlar velilerin ilk defa çocukları üzerinden eğitime bu derece angaje
olup hükümete tavır aldığını söylüyorlar. Daha da ileri gidip bu yasanın bu
derece muhalefetten sonra uygulanamayacağını belirtenler de ortaya çıkabildi. İyi de sormak lazım. Türkiye Şubat’tan bu yana neyi tartışıyor?
Neyi tartıştı, ne karar aldı ve uygulamaya geçen ve yeni olan ne var? Elbette
küçümsememek lazım; Hükümetin bu çok yanlış projesine bu kadar karşı çıkış,
demokratik toplum olma yolunda önemli bir kilometre taşı olabilir belki.
İlerici örgütlerin aldığı tutum çok önemli. Ama aldanmamak lazım, zira
tartışılan, üzerinde hep aynı şekilde durulan, benzer tezler dile getirilen
şey, mevcut (neo)liberal eğitimin verimliliği, etkililiği ve kalitesinden öte
geçmiyor. Tartışmalar teknik-pedagojik noktada takılı kalmış durumda. Okula 5
yaşında mı başlanmalı yoksa 6 yaşında mı? Sınıflar kaç kişilik olmalı?
Pisuarların boyu? 5.5 yaş için dersler saat kaçta başlamalı? Rapor almalı mı?
Alınırsa, çocuğumuz ileride bu rapordan dolayı zarar görür mü? Okul öncesi müfredat
ilkokulda uygulanabilir mi? Seçmeli dersler seçmeli mi yoksa zorunlu mu?
Öğretmenler yeni sisteme hazır mı? Norm fazlası öğretmenler ne olacak? Bu soruları artırmak mümkün ama gerek yok. Sorun şu: Sol
muhalefet de tıpkı liberal, Kemalist, sosyal demokratlar gibi tartışmaların
teknik-pedagojik noktaya kilitlenmesinde bir parça rol ve söz sahibi oldu.
Tartışmalar yeterince siyasal bir pozisyon kazanıp ideolojik bir noktaya
evirilemedi. Kimse zorunlu eğitimi, çocuğun okula gönderilmemesi durumunda
ödenecek para cezasını, çocukların MEB ve elbette veliler tarafından bir
yatırım, insan sermayesi olarak görülmesini görüp de eleştiremedi.
İmam-Hatipler üzerinden ayrıştırma yeterince ilgi çekmedi. Çocuk gelin,
mesleğin erkenden öğretilmesi, çırak çocuklar noktasında takılı kalan bir sol
eleştiriyle yetinmek durumunda kaldık. En büyük mesele de şu: Kimse, AKP’nin bu
kesintili eğitim yasası ve düzeniyle ne yapmaya çalıştığını anlamaya yeterince
çalışmadı. Kuşkusuz buna değinenler bir parça oldu ama onların da sesi pek
duyulmadı. Başta Eğitim Sen olmak üzere kimi çevreler başka bir bakış açısı
yaratmaya çalıştı ama olmadı. Oysa elimizde büyük bir teorik anlama imkânı var. Şöyle:
Cumhuriyet tarihinde eğitim kurumuna ilişkin iki radikal karar alındı. İlkinde,
Atatürk ve arkadaşları, eğitim ve okulu yeniden tanımladılar. “Cumhuriyet
okulu”, pozitivist eğitim felsefesi doğrultusunda yeni bir özne, yani
“yurttaş-birey” yetiştirecekti; böylece çocuk bundan böyle aile, akraba ve
kendisine değil devlete ait olacaktı. Bu, korporatist bir düşünce içinde
milliyetçiliğin takviyesiyle yerine getirilmeye çalışıldı. “Milli eğitim”,
“Talim ve Terbiye” böyle doğdu. İkincisinde, 1990’da TÜSİAD Zekai Baloğlu’na ve
sonrasında birçok liberal akademisyene (Ali Şimşek, Yüksek Kavak, Şeref Hoşgör
vd.) yazdırdığı 14 adet eğitim raporuyla eğitimde liberalizmden neoliberalizme
geçişi başlattı. Okul artık “neoliberal birey” yetiştirecekti. Eğitimde
inisiyatif (yerel) bürokrasiden (küresel) şirketlerin eline geçti. TÜSİAD, ülkenin büyük sanayi sermayesi olarak
eğitimin küresel piyasalarda daha fazla rekabet edebilecek yeni bir insan gücü
yaratması işleviyle donatılmasını önerdi. Bu öneriyi en etkili hayata geçiren
AKP oldu. 2002’den bu yana eğitimde özelleştirme, özel okul sayısı arttı; bir
meta olarak eğitimin değeri sürekli yükseldi; sermayenin yönetici posizyonları
için burjuvazi kendi okullarını kurarken orta ve alt kesim iş ve mesleki
pozisyonlarına işgücü hazırlayan okullara bile burjuvazi karıştı. Şişli
Endüstri Meslek Lisesinde bazı büyük sermaye grupları özel işlikler kurdular ve
meslek eğitimi böyle olmalı dediler; dahası Koç grubu bile meslek lisesini
memleket meselesi olarak ilan etti. Bu arada eğitim iyice işlevselleştirildi.
Meritokrasinin ve sınıf atlamanın aracı olarak yeniden tanımlandı. Verimli
eğitimle demokrasilerin geliştiği, işsizliğin yok olduğu, bireysel refahın
tavan yaptığı, toplumların mutluluk endeksinin arttığı söylendi. Velhasıl,
eğitim işlevselleştikçe piyasası yükselen bir kurum haline geldi. Herkes
eğitimin değerini takdir ederken öte yandan eğitimin sosyal içeriği iyice
boşaltıldı. “Eğitim çıktıları” istenen düzeyde olmadı. Yarışma ve rekabet
ideolojisi geliştikçe Türkiye PISA gibi testlerde son sıralarda yer aldı;
anadilini kullanamama, bir kompozisyon yazamama, sosyal dünyadan uzaklaşma,
ilerici kimlik edinme, teknolojinin çarpık kullanılması gibi noktalarda ucube
bir gençlik yetişti. Çocukluk dünyası, histerik velilerin yarışmacı dürtülerine
kurban edildikçe mutsuz, asosyal, internet-cep telefonu bağımlı, acayip vücuda-beyine,
düşünme biçimine sahip, bireyci, hırcın, tükettikçe aptallaşan bir çocuk
nesliyle karşılaşmaya başladık. Tam da o noktada, çocukların iyi eğitimi için maliyet
boyutuna karışmayan ama okulun görevinin dindar nesil yetiştirmek olduğunu
söyleyen Başbakan imdadımıza yetişti. Belki artık Başbakanın açık ve fakat
olamayacak, olmaması gereken demeçlerini duydukça, okudukça bir parça eğitimi
olması gerektiği yerinden, yani sınıfsal boyutundan, tıpkı Althusser’in bizi
uyardığı noktadan tartışırız diye düşündük ama olmadı. Sonuç: Neoliberaller
nasıl istiyorlarsa, eğitimi o şekilde konuşuyor, tartışıyoruz. Sadece birey
boyutunda, verimlilik-etkililik diliyle. Okul deyince aklımıza kalite geliyor
ama “adam olmak” gelmiyor artık. Tartışmamızda beceri, performans, proje,
kalite, okula başlama-bitirme yaşı, mesleği öğrenme düzeyi vs kavramları
kullanmaktan öteye gitmiyoruz. Gidemeyiz de, çünkü neoliberal eğitim felsefesi çok güçlü ve
bu felsefeyi velilerin neredeyse tümüyle içselleştirdiklerini söylemek mümkün. Buna
muhalefetimiz yeterince güçlü değil. Mesela, çocuğunu okula yazdırmaya kalkan
bir veli ne yapar? Şunu mu: Evine en yakın okula gider; okulu inceler ve okulun
binası, öğretim kadrosu, çeşitli hizmetleri, yönetimi hakkında bilgi aldıktan
sonra eğer bundan memnun kalmazsa, gider ilçe veya il milli eğitimden bunun
hesabını mı sorar? Hayır. Çoğu veli bunu yapacağına, çevrede kaliteli
okul-öğretmen-bina arayışına girer, bulunca da kesenin olabildiğince ağzını
açar-devlet okullarında “özel sınıf”lar böyle kuruldu. Çünkü çocuğu biriciktir,
üzerine titrenilmesi gereken bir sermayedir- o yüzden neredeyse herkese göre
çağımızda en önemli “yatırım eğitimdir”; borsa, arsa, altın, döviz vs değil. Şimdi, okulun basit bir sosyalleştirici mekân, bilgi ve
meslek kazandırıcı kurum, modernleştirici bir ortam olmadığı kesin. Okul,
kapitalist üretim ilişkileri içinde kendisine belli bir işlevsellik atfedilen
bir örgüttür. Bu örgütü sermaye ya devlet eliyle kurar-işletir ya da kendisi
devletten tamamen bağımsız olarak inşa eder ve yönlendirir. O halde, 4+4+4’ün
işlevselliği, rolü, yönelimi nedir? Bu soru, neoliberal eğitim felsefesi içinde
yanıtlanmaya kalkılamaz. Şubat'tan beri kesintili eğitimin ilk aşamasında
takılı kaldık: Kesintili mi olmalı kesintisiz mi? Kaç yıl? Başlama yaşı? Doktor
raporu gerekli mi? Gerekliyse, doktor raporunu hangi analizleri yapıp vermeli?
Bunlar eğitimin gerçek içeriğini tartışmayı engelleyen sorulardır. Aman dikkat!
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi? - 06/07/2013 |
Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi? |
Bir politik rönesans olarak Gezi - 29/06/2013 |
Bir politik Rönesans olarak Gezi |
Vehim - 22/06/2013 |
Vehim |
Taksim direnişinin içini boşaltma - 13/06/2013 |
Taksim direnişinin içini boşaltma |
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço - 08/06/2013 |
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço |
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi - 15/03/2013 |
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi |
Milli korkumuz matematik - 08/03/2013 |
Milli korkumuz matematik |
Öğretmenin sınıftaki özgürlüğü - 04/03/2013 |
Öğretmenin sınıftaki özgürlüğü |
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi? - 22/02/2013 |
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi? |
![]() |