![]()
Kemal İnal
inalkemal@gmail.com
Öğretmenin sınıftaki özgürlüğü
04/03/2013 Günümüzde
dünyanın en başarılı eğitim sistemlerinden birini uyguladığı iddia edilen
Finlandiya’ya ilişkin geçen gün izlediğim bir belgeselde, sınıf veya derslik
içinde öğretmenin müfredat, ders kitabı, öğretim materyalleri ve yöntemleri
konusunda özgür olduğu anlatılıyor; sistemin başarısının nedenlerinden biri olarak
bu durum kanıt olarak gösteriliyordu. Yani, öğretmen, o gün sınıfa girdiğinde,
biraz da durum, koşullar, hava, öğrencilerin motivasyonu gibi nedenlerden
dolayı resmi müfredatın dışına çıkabiliyordu. Buna da hakkı olduğu
söyleniyordu. Öğretmen kendini çeşitli otoritelerden (devlet, eğitim bakanlığı,
müfredat ve ders kitapları, müfettiş vs.) bağımsız hissettiğinde, bu his
öğrencilere de geçiyor; sonuçta keyifli, verimli, öğrenciyi sıkmayan bir
eğitim-öğretim süreci gerçekleşiyordu.
Oysa
bizde öğretmenin kendini sınıfında, ders işlerken, bırakın özgürlüğü, serbest
hissetmesi bile çok zor. Öğretmeni, kılık-kıyafetinden öğrenci karşısındaki
duruşuna, çeşitli görevlerinden hangi konuyu, ne zaman, hangi kazanımları
dikkate alarak işleyeceğine değin bir dolu kısıtlayıcı kural var. Öğretmen üzerinde sert bir baskı unsuru olan
devlet ve sivil unsurlar (MEB, müfettiş, müdür, veli, piyasa vs.), öğretimin
her aşamasını planlamada insiyatif sahibidirler. Ama öğretmen değil; zira ne
müfredat, ne de ders kitaplarının hazırlanmasında öğretmen işin içindedir. Sözde
liberal bir sistemde yaşıyoruz ama devletin eğitim gibi ideolojik aygıt olarak
sonuna kadar kullandığı bir kurum söz konusu olunca, planlama, merkeziyetçilik,
otoriterlik gibi daha çok sosyalizmle ilişkilendirilen değerler hemencecik
devreye giriyor. Kaldı ki, ulus-devlet geleneğinden bugüne, yani otoriter
devlet imgesinin bir heyula gibi tüm toplumu sardığı dönemlerden bugünün
kapitalist neoliberal yönetimine değin öğretmen, “devletin okuldaki ileri
karakolu” rolünü oynamaya devam etmiştir. Söylemeye gerek yok, bir devlet ve
toplum ne kadar demokratik ve özgürse, öğretmen de sınıfta o derece demokratik
ve özgürdür.
Eğitim
özgürleştirmez ve fakat sadece özgürleşme yolunda bilinçlendirir. Yunan asıllı
Fransız filozof Nicos Poulantzas’ın
sözünün (“Fabrika dönüşmeden, eğitim dönüşmez”) geçerliliği hala sürüyor.
Eğitimin dönüştürülmesi, elbette bilinçlerin demokratikleşmesinden daha çok ve
önce emekçilerin maddi koşullarındaki sorunlarının (emeğini satma, artı değer
sömürüsü, üretim araçlarında özel mülkiyet vs.) çözülmesine bağlıdır. Bu
bağlamda, öğretmenlerin öğrencilerini özgürleştirmeleri, öncelikle kendilerinin
özgürleşmelerine bağlıdır. Fakat bu nasıl olacak?
Geçmişe
göre günümüzde öğretmeni artık baskı altında tutan daha çok güç var. Eskiden
gayet doğal olarak “aydın” kategorisinde görülen öğretmen bugün devletin
“memur”u ve piyasanın “işgören”i konumuna evrilmiştir. Bu durum, orta sınıf,
az-çok ayrıcalıklı ve imtiyazlı bir mesleğin alt sınıfsal konuma doğru bir yer
değiştirmesidir. Toplumu aydınlanma yolunda dönüştürmesi beklenen öğretmen,
günümüzde kendi sorunlarını çözemez bir hale düşürülmüştür. Öğretmenin maddi
şartlarındaki kötüleşme (düşen ücret ve yaşam standardı, yoğun çalışma saatleri,
stres ve hastalıklarla boğuşma, sınav yönelimli okul-veli-öğrenci baskısı vs.),
onun bırakın özgürleşmeyi, bilinçlenme yolunda bile kendini yeniden üretmesini
engellemektedir. Artık öğretmenin alt sınıf katında yaşayan bir proleter
olduğuna şüphe yok. Onun emeği, sadece piyasa taleplerine vereceği yanıta göre
değerlendirilmektedir. Toplumu aydınlatma gibi bir görev yerini, teknik işlere,
proje, performans ve standartlara göre belirlenmeye başlamıştır. Öğretmeni, tüm
bu yeni şartlardan dolayı, uzmanlığa dayalı teknik bir işgücü olsa bile,
proleterleşme sürecinde başı çeken bir emek kategorisi olarak görebiliriz.
En başa
dönersek; bugünün Türkiyesi’nde öğretmenin sınıfındaki özgürlüğü, öyle söylense
bile, tam bir yanılsama üretir. Devlet ve piyasa tanrısının istediği, öğretmenin
kendini sınıfında, en verimli çıktıyı (öğrenci-müşteri) üretecek şekilde özgür
hissetmesidir. Bu, öğretmeni kısıtlayan genel koşul (kapitalizm) ve
sonuçlarının (yabancılaşma gibi) öğretmenlerce görülme mesafesinin dışına
çıkarılması yolunda sinsi bir oyundur. Öğretmeni sınıfında gelişmiş son
teknoloji (akıllı tahta, projeksiyon, internet, tablet bilgisayar vb.) ile
donatmak, pedagojiyi yeni yaklaşım ve yöntemlerle (Yapılandırmacılık, öğrenci
merkezli eğitim, moderatör/rehber öğretmen, çoklu zeka, toplam kalite yönetimi,
standart ve performans ölçümü vs.) zenginleştirmek, öğretmenin bütünü (asıl
sorunu) görmesini engellemeye yönelik teknik bir bakış açısı ve felsefenin
(pragmatist bir neoliberal eğitim) devreye sokulduğunu ima eder.
Bugün
öğretmenin öğrencisiyle sınıfında baş başa kaldığı saatlerde gerçekleşen
öğretim, son derece biçimseldir ve özgürleşme yolunda bir bilinçlenmeye yol
açmamaktadır. Bir tür pedagojik formalizm, öğretmene, işlevselci bir mantıkla
ve kuralları üstten belirleyen anti-demokratik bir yönetsel zihniyet
çerçevesinde, eğitim yapmayı en rasyonel yol olarak göstermektedir. Mesele de bu: Öğretmenden beklenen, eğitim
değil, teknik bir işe indirgenen öğretimdir. Hangi bilgi ve beceri, neden, ne
için, nasıl öğretilecek; bu bilgi ve becerinin getirileri nelerdir gibi
sorular, pedagojinin basit bir öğretim noktasında kalmasına yol açtığı için
öğretmen, kendisini özneleştirememekte ve sistemin araçsallaştırdığı bir nesne
olmaya devam etmektedir. O yüzden, öğrenci karnelerinin sağ tarafında yer alan
hal ve gidiş konusu hala çok önemlidir. Zira öğretmenin sınıfı içinde özgürleşmesi,
büyük ölçüde bu sosyal değerlere vurgu yapan hal ve gidişin okul ortamından tüm
toplum ölçeğine doğru genişletilmesine bağlıdır. Elbette hal ve gidiş meselesinin emekçilerin
maddi durumlarıyla ilişkilendirilmesi koşuluyla.
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |
Yazarın diğer yazıları |
Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi? - 06/07/2013 |
Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi? |
Bir politik rönesans olarak Gezi - 29/06/2013 |
Bir politik Rönesans olarak Gezi |
Vehim - 22/06/2013 |
Vehim |
Taksim direnişinin içini boşaltma - 13/06/2013 |
Taksim direnişinin içini boşaltma |
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço - 08/06/2013 |
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço |
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi - 15/03/2013 |
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi |
Milli korkumuz matematik - 08/03/2013 |
Milli korkumuz matematik |
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi? - 22/02/2013 |
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi? |
Üç de yetmez, ver Allah’ım ver! - 08/02/2013 |
Üç de yetmez, ver Allah’ım ver! |
![]() |