eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji
Kemal İnal
inalkemal@gmail.com
Bir rektör öğrencileri dinlerse kıyamet kopar mı?
13/01/2012
 

Kemal İnal

inal

Kopmaz ama bu soru, tümüyle söz konusu rektörün niteliğine bağlıdır. Eğer demokrat bir rektörse, öğrenciyi anlayan biriyse ve sırtını soğuk devlet geleneğine değil de, halkın sıcak sorunlarına çevirmişse, evet o rektör öğrencilerin ayağına da gider, onları sonuna kadar da dinler. Tarih, bu tür rektörleri yazar; çünkü tarih, hep ileriye doğru atılan adımları öne çıkarır. Geriye doğru atılanları arkaya iter ama elbette unutmaz, unutturmaz. Zira ders almak için bunları da bilmek gerekir.

 

İhsan Doğramacı yeni bir rektör tipinin belki de ilk örneğiydi. YÖK rektörlerinin. Neydi bu rektörlerin özelliği? Sayalım: Bürokrat, soğuk bakışlı, asker kafalı, rantçı, otoriter, öğrenciyi küçük gören vs. Sanki küçük bir dükalığın paşası gibiydiler. Anadolu taşrası bu tür rektörleri çok gördü; bilhassa 1980’li yıllarda. Çoğu unutuldu gitti. Ama şimdi bazıları hatırlanıyor. Zira onlar, öğrencilerinin yanlarında oldular, demokratik-bilimsel bir üniversite için uğraşıp durdular. İşte Boğaziçi’nin rektörü Prof. Dr. Kadri Özçaldıran! Bir kere uzun sakalı, spor giyimi, özgürlükçü havası ile YÖK’ün militarist zihniyetine cepheden ters duruyor. Hatırlayalım: Prof. Dr. Emre Kongar’a YÖK sakalını kes demiş, o da “kesmem, istifa ederim” demişti. Etti de. Şimdi çok basit görünüyor ama o karanlık 12 Eylül günlerini hatırlayanlar için bu tür çıkışlar yiğitçe davranışlardı. Biz, ilk YÖK karşıtları için bir hocadan gelen böylesi bir davranışa çok sevinmiş, bu diklenmeyle içimiz ısınmıştı.

 

Özçaldıran’ınki de yiğitçe bir davranış. Öğrenci beni döver, yuhalar, bana yumurta atar demeden kalkıp yanlarına, ayaklarına gitmiş. Öte yandan, bir düşünün; hala taşrada birçok rektör var ki, öğrencilerine düşünmeyi, kampus içinde eylem yapmayı yasaklamış durumda. Bir tanesi “sana mı kalmış vatanı kurtarmak” bile demişti. Öğrencisine haddini bildirmişti anlaşılan.

 

Öğretim üyeleri bu tür rektörlerin önünde hazırola geçiyorlar. Bu, üniversitede kışla modelinin hala sürdüğünün örneği değilse, nedir?

 

Boğaziçi’nde bir süredir Starbucks işgali var. Öğrenciler kampusların AVM’leştirilmesine, bir alışveriş merkezine dönüştürülmesine karşı çıkıyorlar. AVM yerine kantinlerini istiyorlar. Kantinde satılan ürünlerin de fiyatlarının indirilmesini talep ediyorlar. Haklılar, zira öğrenci, adı üstünde para-kazanan biri, bir para makinesi değil. Bahsettiğimiz işgalci öğrenciler de halk çocukları. Şımarık zengin çocukları hiç değil.

 

Şimdi burada mesele, bir rektörün öğrencilerinin ayağına gidip onların dertlerini dinlemesi. Bu davranışı Özçaldıran gerçekleştirdi. Öğrencilerden temsilci istedi, hayır dediler; temsilci seçmeyeceğiz, hepimizle görüşün. Ve de tarafsız bir bölgede. İşte, koca Boğaziçi rektörü kalktı, gitti spor salonuna ve öğrencileriyle görüştü. Ne kıyamet koptu, ne de rektör saygınlığından oldu. İki taraf arasında saatlerce süren bir toplantı oldu. Öğrenciler anlattı, rektör ve danışmanları dinlediler, not tuttular. Sizce kim kazandı, kim kaybetti? Bence kaybeden yok; iki taraf da kazandı. İşte bu, demokratik bir üniversite geleneğidir. Demokrasi, arz edenin değil, talep edenin sesinin duyulabildiği bir sistemdir. Hele talep yoksuldan geliyorsa.

 

Düşünüyorum da, onca demokratikleşme, ileri demokrasi, reform vs söylemlerine rağmen rektörler bir türlü öğrencileriyle yan yana neden gelemez? Elbette gelir. Ama ne zaman? Mezuniyet törenlerinde, konferanslarda, kongrelerde, kariyer günlerinde vs. Ama kantinlerde, kampus bahçesinde ya da sınıf ve koridorlarda değil. Oysa öğrenciyi, öğrencinin sorunlarının yaşandığı mekanlarda görmek ve dinlemek lazım gelmez mi? Mezuniyet törenlerini düşününüz; mezun öğrenci, sevinçle kepini havaya fırlatır ve de rektör bu tablodan gurur duyar. Ya cebinde parası olmadığı için kantinde 50 kuruşa bile çay içemeyen, tost yiyemeyen, yemekhaneye uğrayamayan nice öğrenci, yanında rektörünü görmek istemez mi? Birçok öğrenci, bedava yemek kartıyla ayakta durmaya çalışıyor. Çoğu yıllarca doğru-düzgün beslenemediği için hastalıklara yakalanıyor. Bunları yaşayan çok iyi bilir.

 

O halde, bir rektörün koca makamından çıkıp da kantine gitmesi çok mu zor? Öğrencilerinin sorunlarını bizatihi onların ağızlarından dinlemesi hiç mi mümkün değil? Boğaziçi’nde, Bilkent’te sadece zengin çocukları okumuyor. Yoksul üniversite öğrencileri için fakülte kantini, yurt, ucuz fotokopi, düşük ücretli sıcak bir bardak çay, bedava yemekhane kartı, burs, çeşitli sosyal yardımlar, indirimli bilet ilaç gibidir. Bu ilacı alabilenler daha zinde kalır; ve de kazanan ülke, bilim ve demokrasi olur.

 

Kantin, yemekhane, yurt veya Starbucks işgali; işgal, bir neden değil, sonuçtur. O sonucu yaratan nedenlerin en başında, anti-demokratik ve piyasacı üniversite yönetimleri ve rektörlük anlayışı başta gelir. Öğrenciler ne sadaka istiyorlar ne de hayırseverlere el açmış durumdalar. İstedikleri, sosyal devlet olmanın gerekleri. Biliyorlar ki, “sosyal”i giden devlet, artık mekanik bir araçtır ve sadece güçlüye, burjuvaziye, şirketlere, piyasa baronlarına hizmet eder. İşte buna ilk önce üniversiteler dur der, zira üniversitenin derdi budur. Dert varsa, derman öğrencilerin seslerinde, o sese kulak verebilen rektörlerin anlayışlarındadır.

  


1986 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi? - 06/07/2013
Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi?
Bir politik rönesans olarak Gezi - 29/06/2013
Bir politik Rönesans olarak Gezi
Vehim - 22/06/2013
Vehim
Taksim direnişinin içini boşaltma - 13/06/2013
Taksim direnişinin içini boşaltma
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço - 08/06/2013
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi - 15/03/2013
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi
Milli korkumuz matematik - 08/03/2013
Milli korkumuz matematik
Öğretmenin sınıftaki özgürlüğü - 04/03/2013
Öğretmenin sınıftaki özgürlüğü
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi? - 22/02/2013
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi?
 Devamı