eleştirel pedagoji

Journal of Critical Pedagogy
ISSN: 2822-4698
                                                                       

  • https://www.facebook.com/elestirelpedagojidergisi
  • https://www.twitter.com/elestirelpedagoji
Kemal İnal
inalkemal@gmail.com
AKP ve Çocuk-Bir nesil heba olmamalıdır!
20/03/2012

 

AKP’nin kesintili eğitim teklifi bir proje olarak aslında çocuğa, daha doğrusu nasıl, neden ve hangi doğrultuda çocuk yetiştirileceği politikasına dayanıyor.  Bütün iktidarlar gibi AKP de çocuğun sahibi olarak kendini görüyor. Haliyle AKP’nin aile, kadın ve çocuk politikası, aslında demokratik değil jakoben, tepeden inmeci bir politika. Düşünelim, günümüzde bir Batılı ülkede bir başbakan kadınlara neden ve kaç çocuk doğurmalarını gerektiğini söyleyebilir mi? Kadınlar da bunu emir telakki edip gereğini yerine getirirler mi? Bu, iktidarın yatak odası gibi mahrem/özel bir alana müdahalesi demek olmaz mı? Bu aslında totaliter bir siyasal tutum değil mi? Elbette buna benzer düşünce ve uygulamalar tarihte bazı Batılı ülkelerde de oldu ama aynı şekilde değil. Fransa bir ara, yakın zamanlarda, azalan nüfusunu artırmak için çeşitli teşviklerle çocuk artışını sağlamak istemiş, yerli nüfustan ziyade göçmenler daha çok çocuk yapmaya başlayınca bu uygulamadan vazgeçmişti. Çin ise tam tersine nüfusunu kontrol etmek için hala tek çocuk politikası güdüyor. Çoğu Batılı ülke, kadınlara resmen emir çıkaracağına, kadın ve aileye çeşitli teşviklerle yaşlanan nüfusunu dinamikleştirmeye çalışıyor. Anlayacağınız, bir Batılı ülke bugün kolay kolay çocuk, aile ve kadın konusunda paternalist (babacı) gömleği giymeye cesaret edemez, zira paternalism, ilkel, arkaik ve cins ayrımcı bir ideoloji ve politika olarak Batıda çoktan terk edildi. Batı, paternalist devlet geleneğine karşı büyük mücadeleler verdi. Mücadeleler verildi ve terk edildi ama paternalizm lehine en sıkı politik söylemler de Batı’da üretildi. En başta Kilise, kutsal üçlünün (Tanrı-Kral-Baba) otoritesinin bu dünyada sürmesi için ilahi alan-devlet-aile arasındaki ilişkiyi alabildiğine belirli tezlerle hiyerarşik biçimde kurdu: Üremek değil de sevişmek neden yasak (sevişmek=Şeytan), kaç çocuk yapılmalı (zürriyet=Krallığın geleceği), çocuk neden vaftiz edilmeli (kilise=ilk günaha son), babanın çocuk üzerindeki otoritesi (patria potestas=kanun olarak baba) vs.  Tanrı-Kral-Baba’ya itaat ve sadakat esas kılındı; çocuk babaya aitti, baba Kral’a, Kral da Tanrı’ya. Burada çocuk, öyleyse aslında Tanrı’ya aitti ve emekleyen pis bir hayvandan kutsal bir mümine dönüşmesi için bir balmumu gibi ona otoriteler şekil verebilmeliydi. Fransız Devrimi, serf-çocuğu alıp yurttaş-çocuğa çevirmek için çok uğraştı. Ama bu noktaya gelinirken ilahi düşünceyle de epey uğraşmak zorunda kaldı. Mesela 17. Yüzyılda 13. Louis, kendisini ülkesinin tüm çocuklarının babası olarak görmüştü, haliyle tüm Fransız halkının kocası oluyordu kendisi.  Bu tam bir babacılık/atacılık idi. Bir yüzyıl sonra laik Fransız devrimci Danton, çocukların ailelerine değil, devlete ait olduğunu söylemişti. Ona göre çocukların babalarının egoizmine terk edilmesi, Cumhuriyet için bir tehlike yaratabilirdi. O halde, çocuklar doğru ulus-devletin okuluna gideceklerdi. Fransız Devrimcilerinden sonra tüm ulus-devletler, terbiyeli yurttaş-çocuk yaratma görevini üstlendiler. Ona nasıl eğitim verileceği konusunda sadece politik kararlara değil, bilimsel-akademik görüşlere de yaslandılar. Ulus-devletin okulu,  çocuğu tarlada, madende, fabrikada çalışmaktan alıkoyacaktı. Alıkoydu da ama neyin pahasına?Çocuk üzerinde her türlü tasarrufun sahibi olmak pahasına. Ama bugün çocuk hakları tüm dünyada ısrarla ve çok dikkatlice takip edilmekte. Amaç, çocukların istismar edilmelerini önlemek. Onların okulda birer nesneye çevrilmemelerini sağlamak. Bu amaçla Batılılar, eğitimle ilgili bir reforma girişecekleri vakit, alabildiğine demokratik davranıp öğretmen-veli-öğrencinin görüş, dilek ve eleştirilerini de dikkate alırlar. Bizde ise, çocuk özne değil, iktidarların hala nesnesi (balmumu gibi biçim verilecek bir nesne-Locke) olarak görüldüğü için reform yapım süreçlerinin dışında tutuluyor. Kesintili eğitim teklifi meselesinde kimsenin aklına “bir de çocuklara soralım, bakalım onlar ne diyor?” diye bir soru gelmedi. Bu ülke Cumhuriyeti çocuklarına emanet etti; ama yine de nesne olmaktan kurtulamadı çocuk. 23 Nisanlarda yönetici koltuğu üzerin(d)e sahnelenen çocuk tiyatrosunu hatırlamak yeterli, bunun ne demek olduğunu anlamak için. Oysa çocuk, eğer bir yurttaş ise, hakları, görüşleri ve deneyimleri ile kendisini ilgilendiren her konuda (eğitim başta olmak üzere) söz hakkı sahibi olmalıdır. Çocuklarını çok seven, sakınan, onlara hayırlar biçen, vicdanını çocuk üzerinden kuran bir ülkeyiz ama eğitimde hala onun tüm geleceğini etkileyecek kararlarda ona söz hakkını çok görüyoruz. Bir Cumhuriyette çocuk tüm iktidar ilişkilerinden dışlanıyorsa, orada çocuk, yönetilen bir nesneden daha fazlasını ifade edemez. Edemediği için bir dolu çocuk sorunu önümüzde çözülmeyi bekliyor. Çocuk işçiler, çocuk gelinler, çocuk dilenciler, sokak çocukları… Bu sorunları yaratan, çocuklar değil, yetişkinler. Yetişkinlerin politik, ekonomik ve kültürel iktidarları. Bu yetişkinlerin iktidarları, çocukların geleceklerini belirleyecek değişimlere imza atarlarken, elbette çocuklara bir şey sormayacaklardır, zira paternalist otoriteler, yaptıkları işin her zaman hem kutsal hem de doğru olduğuna inanmışlardır. Hayırlara vesile olacak bir projeye girişmişseniz eğer, sizi destekleyecek bir Tanrı-Kral-Baba bulmanız hiç güç olmayacaktır. Oysa paternalist devlet geleneği laiklikle yüzde yüz çelişir. Meşruiyetini kutsallıktan alan bir iktidar, çocuk yapma ve yetiştirme işinde seküler değil, ilahi saiklerle hareket eder. Bu nokta, demokratikleşmenin gerilemeye başladığı bir noktadır.

AKP’nin eğitim politikaları bugüne değin öğrenci başarısını artırmadı. Son on yıldır PISA, TIMS gibi öğrenci başarısını ölçen uluslar arası başarı testlerindeki durumumuz ortada. Matematikten sıfır çeken, bir kompozisyon bile yazamayan, anadilini etkili kullanamayan, kitap okumak nedir bilmeyen bir nesil var karşımızda. O halde, bu işte bir yanlışlık olmalı. Yanlışlık ne öğretmende, ne velide ne de öğrencidedir. Hükümettedir. Müfredatları, ders kitaplarını, öğretim materyallerini, okul içi yönetim süreçlerini, velhasıl birçok eğitim kural ve yasasını değiştirdiniz; sonuç, başarısız olduğunuzu gösteriyor. O halde, bu başarısızlığı kabul etmek ve eleştirilere kulak vermek zorundasınız. Yoksa bu akademik başarısızlıkla yetişen çocuk ve gençler ileride bunun hesabını herkesten sorarlar. Bir nesil heba edilmemelidir. Yoksa hepimize yazık olur.



2156 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi? - 06/07/2013
Erdoğan’ın besmelesi, Gezi’nin Twitter’ı: İyi de bu neyin nesi?
Bir politik rönesans olarak Gezi - 29/06/2013
Bir politik Rönesans olarak Gezi
Vehim - 22/06/2013
Vehim
Taksim direnişinin içini boşaltma - 13/06/2013
Taksim direnişinin içini boşaltma
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço - 08/06/2013
Taksim Gezi Direnişi-Erken bir sosyolojik bilanço
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi - 15/03/2013
Kürtçe öğrenen Diyarbakır polisi
Milli korkumuz matematik - 08/03/2013
Milli korkumuz matematik
Öğretmenin sınıftaki özgürlüğü - 04/03/2013
Öğretmenin sınıftaki özgürlüğü
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi? - 22/02/2013
Türkiye’de eğitim nasıl neoliberalleştirildi?
 Devamı